5 Ekim 2019 Cumartesi

Kamus-ı Türki İfade-i Meram Mukaddime Türkçeye Aktarım




ÖNSÖZ
(Maksadın İfadesi)
Sözlük, bir dilin hazinesi hükmündedir. Dil, kelimelerin birleşmesiyle meydana gelmiş olup bu kelimeler de her dilin kendine özgü birtakım kurallarına uygun olarak çekimlenip birleştirilerek insanın niyetini ve isteğini ifade etmesini sağlarlar.
Dünyada, dilinin bütün kelimelerini bilen veya hafızasında tutan insan hayal edilemeyeceği gibi dilini, tamamıyla kurallara uygun şekilde konuşan insan sayısı da çok azdır. Bu durum, her dilin, sahip olduğu kelimelerden bazılarını geçen zaman içinde unutulmuşluk çölünde bırakarak kaybetmesine, kendine has kurallarının değiştirilerek konuşulmasına, düzgün ve doğru kullanılmaktan mahrum kalmasına, geniş ve anlaşılır bir dil iken dar ve kusurlu bir dile haline gelmesine neden olur.
Dilleri bu gerilemeden ancak edebiyat korur; edebiyatın yani edebiyatçıların bu konuda yapacakları hizmetin ilk adımı, dilin mükemmel olmasını sağlayan sözcüklerini ve doğru konuşulmasına vesile olan kurallarını muhafaza altına almaktan ibarettir. Bu iki seçeneğin birincisi, dilin tüm kelimelerini kapsayan mükemmel bir sözlük, ikincisi, cümle ve şekil bilgisine ait kuralları toplayan bir dil bilgisi kitabı hazırlamakla mümkün olabilir.
Bunun içindir ki; her dilin, yazıya ve edebiyata uygun hale getirilmesi için öncelikle kelimelerinin toplandığı bir sözlük ve kurallarının koruma altına alındığı bir dil bilgisi kitabı oluşturulması eskiden beri genel bir kanun hükmünde olup, Avrupalılar, dünyanın en ücra yerlerinde yaşayan, medeniyetten uzak kavimlerin dahi dillerini öğrenmek için o dillerin, sözlük ve dil bilgisi kitaplarını yazmakla işe başlarlar.
Kelimeleri ve kuralları tespit edilip kayıt altına alınmamış bir lisan, hiçbir zaman edebi diller arasında sayılma iddiasında olamaz. Çünkü, bu iki kitap edebiyatın temelini oluşturur. Edebiyat binası ancak bu iki kitap üzerine kurulabilir, lisanın gerilemesine karşı bu iki kitap set görevi görecektir. Kusursuz bir sözlüğe sahip olmayan bir dil, doğal zenginliği olan sözcüklerini günden güne kaybederek, kendi kelime varlığı ile bir şey ifade edemeyecek derecede daralır. Düzgün bir dilbilgisi kitabına sahip olmayan dil, doğru konuşmayı sağlayamaz, gittikçe daha yanlış konuşulur ve sonunda tamamen kusurlu bir dil halini alır.
Bundan dolayı, dilini, geniş ve anlaşılır bir edebiyat dili haline çevirmek ve bu şekilde muhafaza etmek isteyen bir ulusun, dilinin kusursuz bir sözlüğünü ve dil bilgisi kitabını edinmeye çalışması ve bunun için gayret göstermesi gerekir.
Bu gerçek herkes tarafından kabul edildiği ve tüm medeni ülkelerin bu noktadan başladıkları bilindiği halde, bin seneden beri yazılı ve edebi dile sahip olan biz Türkler, bu süre zarfında ne dilimizin kelimelerini toplayıp kusursuz bir sözlük  ne de kurallarını hakkıyla koruma altına alan düzgün bir dil bilgisi kitabı yapmışız. Bu kusurumuz ve ihmalimizin sonucu olarak, aslında oldukça geniş ve zengin bir dil olan Türkçe'miz, birçok kelimesini kaybedip bir şey ifade edemeyecek derecede daralmış, kelimelerinin kökeni ve hangi kökten türetildiği belli olmayacak şekilde halkın söyleyişine tabi olan hatalı bir dil halini almıştır.
Türkçenin, Asya'nın kuzey kısmında konuşulan Turan dilleri ailesine ait olduğu, halen o geniş coğrafyada konuşulduğu, Türkçenin bir kolunun da batıya doğru yayıldığı,  Avrupa ve Asya'yı birbirine bağlayan büyük ve güzel iki yarımada olan Anadolu ve Rumeli’de konuşulduğu bilinmektedir.
İşte, Çağatayca yanlış ismine karşılık, Osmanlıca diye bilinen ve Batı Türkçesi adıyla Doğu Türkçesinden ayrılması daha uygun olan Türkçe'miz, Kuzey ve Orta Asya’ya oranla, konuşulduğu yerlerin ilerlemeye ve medenileşmeye uygun doğası ve konumu sebebiyle, söyleyiş ve ifadede pek çok incelik ve güzellik kazanmış olsa da Arapça ve Farsçadan, Rumca ve İtalyanca gibi yabancı dillerden aldığı kelimeler ve söz öbeklerine karşı, kendi kelimelerinden birçoğunu kullanmayı bırakmış ve kaybetmiş, bu lisanların ifade biçimine uyarak asıl söyleniş biçiminden bir dereceye kadar uzaklaşmıştır. Bununla birlikte, Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi arasındaki fark sanıldığı gibi İtalyanca ile Latince veya İspanyolca ile Fransızca arasındaki fark kadar, yani iki Türkçeden her birini diğerinden ayrı ve kendi başına bir dil kabul ettirecek derecede değildir. Bu fark, ancak Kuzey Almancası ile Güney Almancası veya Toskana İtalyancası ile Napolitan İtalyancası ya da Mısır Arapçası ile Mağrip Arapçası arasındaki fark kadardır ve Doğu Türkçesi ile Batı Türkçesi tek dildir, ikisi de Türkçedir.
Böyle olduğu halde, ayrılıklarının başlangıcından yani 7-8 asırdan beri Türkçenin bu iki kolunu konuşanlar arasında bağlantı ve ilişki kesilip, iki taraf edebiyatçılarının dahi yaklaşmak ve birleşmek yerine uzaklaşmaya çalışmaları, imla, yazı ve ifadede her iki tarafın ayrı yol ve yöntem kullanarak birbirlerinden büsbütün habersiz olmaları, kısacası sekiz yüz yıllık ihmal, kayıtsızlık ve cahillik, dilimizin bu iki kolunun, ilk anda iki ayrı dil şeklinde görünmesine neden olmuştur. Bu şubelerin ikisi de tam anlamıyla incelenip araştırıldığında, gerçekte öyle olmadığı halde öyleymiş gibi kabul edilen ve doğal olmayan imla farkı ortadan kaldırılınca ikisinin de aynı dil olduğu ortaya çıkar.
Bu iki şubeden hangisi ayrıldıkları zamandan beri daha fazla değişmiş ve hangisi gerçek halinde kalmıştır? Burası incelendiğinde açıkça görülür ki; Doğu Türkçesi eski halinde kalmış, Batı Türkçemiz ise asırdan asra birçok değişime uğrayarak sonunda şimdiki halini almıştır.
O halde; sırf bizim tarafa ait olan bu değişime ilerleme mi yoksa gerileme mi diyeceğiz, asıl mesele budur. Bu soruya verilecek cevap ne tam olarak olumlu ne de tam olarak olumsuzdur. Bu değişimde dilimiz bir taraftan ilerlemiş, bir taraftan gerilemiştir. Gerek söyleyişte gerekse ifade tarzında kazandığı incelik, Arapça, Farsça ve diğer dillerden aldığı sayısız sözcükle kazanmış olduğu genişlik şüphesiz bir ilerlemedir. Ancak Turan ailesine mensup dillerin temel kuralı olan ünlü uyumunu bir dereceye kadar kaybederek  bu kurala hiç uymayan kelimeler ve söz öbekleri edinmesi, saf Türkçe olan binlerce kelimeyi unutma köşesinde bırakarak diğer dillere muhtaç olması ile adeta bir “dil türlüsü” haline gelmesi de bir gerilemedir.  
Kısaca Doğu Türkçesi konuşma ve ifadede biraz daha kaba, bizim Batı Türkçemiz ise çok daha incedir diyebiliriz. Fakat kural ve esas olarak Doğu Türkçesi doğru, bizimki ise yanlıştır. Arapça ve Farsça ile yabancı dillerden aldığı kelimeler ve terimler sayesinde bizim Batı Türkçemiz daha genişse de sadece Türkçe kelime ve söz öbekleri karşılaştırıldığında Çağatayca çok daha zengindir.
Türkçenin bu iki kolunu en ince ayrıntısına kadar incelediğimizde şu gerçeklerden haberdar oluruz:
İlk olarak, ikisinin de şekil bilgisi ve cümle bilgisine ait kuralları esas olarak aynı olup aralarındaki fark, bunların ayrı ayrı iki dil kabul edilmesine neden olacak derecede değildir.
İkinci olarak, imla ve söyleyiş tarzındaki fark ortadan kaldırıldığında içerdikleri kelimelerin, üçte ikisinden fazlası ikisi arasında ortaktır ki bu da aynı dil olduklarını gösterir.
Üçüncü olarak, Çağataycada birçok saf Türkçe kelime buluyoruz. İstanbul’da, bugün bu kelimeler kullanılmasa da bunların hepsi bilinmeyen kelimeler olmayıp bazıları yakın zamana kadar kullanılıyordu. Bu kelimelerin bir kısmı, eski şairlerimiz ve edebiyatçılarımızın eserlerinde bulundukları için edebi dilimize aittir, bir kısmı da bugün Anadolu’da halen kullanılmakta olup sadece bazıları Osmanlılar tarafından hiç kullanılmayarak Çağataycaya özgü kalmıştır. Bunlardan bazılarının Türkçede eş anlamlıları olduğu halde, biz, onların yerine Arapça ve Farsçadan veya yabancı dillerden ödünç aldığımız kelimeleri kullanıyoruz. Bunların yabancılığı, Çağataycadakilerin Türkçeliği ispatlanmış olduğundan, bunlara Çağatayca demek yanlış olur. Bunlar saf ve arı Türkçe kelimelerdir ki bizde ihmal edilip unutulduğu halde Doğu'daki hemcinslerimiz tarafından, yani Türkçenin ortaya çıkmasına beşiklik eden ve ana yurdu olan Türkistan’da korunmuştur. Bu kelimelerin, bizde de kullanım yerlerine konularak canlandırılmasıyla dilimizin bir kat daha genişlik kazanması ve başka dillere muhtaç olmayacak duruma gelmesi, milli şeref ve haysiyet sahibi olan herkesin arzu edeceği bir şeydir.
Dördüncü olarak, bizim Batı Türkçe'mizde, Doğudaki hemcinslerimizin anlamadıkları pek çok kelime vardır, bunların çoğu yabancı dillerden ödünç alınmış olup bazıları da konuşmada kullanılan uydurulmuş kelimelerdir.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, dilimizin tüm kelimelerini toplayan mükemmel bir sözlük ve kurallarını tespit edip kayıt altına alan dil bilgisi kitabının olmaması, dilimizin birçok kısma ayrılmasına ve farklılaşmasına neden olmuştur.
En garibi şurası ki; içermiş olduğu kelimelerin yüzde sekseni dilimizde asla kullanılmayan ve kullanılmasına da ihtiyaç duyulmayan sözlüklere “Osmanlıca Sözlük” ismi verilmiş, saf Türkçe kelimelerin tespiti ve bu kelimelerin açıklanması ise “bilinen bir şeyi tekrarlama” şeklinde kabul edilerek gereksiz ve faydasız kabul edilmiştir. Bu fikre sahip olanlara: Aynı dile sahip olan topluluklar, kendi dillerinin kelimelerini koruyup, anlamını açıklamaya mecbur olmasaydı, Arapçadan Arapçaya tefsir edilmiş sözlükler, Sıhah’lar, Lu’abler,  Lisanü’l-Araplar, Muhitü’l-Muhitler, Farsçadan Farsçaya Burhan’lar, Ferheng’ler, Fransızcadan Faransızcaya Becerelle’ler, Lourese’ler, Littre’ler meydana gelmezdi, diyebiliriz. Her dilin, en ayrıntılı ve kusursuz sözlüğü, yine o dilde ve o dili konuşanlar tarafından hazırlandığı halde, biz, neden bütün alemden farklı olarak dilimizin sözlük ihtiyacına kayıtsız kalalım?
Ancak, sonunda bu gerçek anlaşılıp dilimizin kusursuz bir sözlüğe olan ihtiyacı fark edilmiş, ülkemizde eğitim ilimleri ilerlemeye ve yaygınlaşmaya başladıkça iyi eğitim almış vatan evlatları, dilimizin bu ihtiyacını karşılamayı arzu etmeye başlamışlardır. Bir dilin sözlüğü, o dilde kullanılan kelimelerin tümünü bir araya getirmeli ve o dilde kullanılmayan kelimelerden arındırılmış olmalıdır. O halde, dilimizde kullanılmakta olan ve kullanılmayan Arapça ve Farsça kelimeleri bir araya getirip hakiki Türkçe kelimelere yer vermeyen sözlükler dilimizin malı olmadığı gibi sadece Türkçe kelimeleri içeren, bizim tarafımızdan kullanılan Arapça ve Farsça kelimeler ile çeşitli terimleri içermeyen kitaplara da dilimizin kusursuz sözlüğü gözüyle bakılamaz. “Aynı özelliği taşıyanların hepsini içine alan, taşımayanları dışarıda bırakan” tarifi her konuda olduğu gibi bu konuda da kanun ve kurallara uygun şekilde hareket edilmesini gerektirir. Dilimiz için hazırlanacak olan sözlük, aslen Türkçe olan kelimeleri içerdiği gibi diğer dillerden alınmış kelimeler ve terimleri de bir araya getirmeli ve dilimizde kullanılmayan kelimelerden arındırılmış olmalıdır.
Bugün, böyle kusursuz bir sözlüğe olan ihtiyacımız herkesçe kabul edilmektedir ve dilimizin şimdiye kadar böyle bir kitabtan mahrum kalmasının ne derece üzüntü verici olduğu ortadadır. Ancak buna duyulan ihtiyaç ne kadar fazla ise bir araya getirilmesi ve hazırlanması da bir o kadar  zordur ve bunun için zahmetli bir çalışma ve çaba gerekir.
Ömrümün on iki senelik bir kısmını kapsayan Kamusu’l-Alam’ı bitirdiğimde, eğitim isteklisi saygıdeğer kişiler, dilimizin eksiksiz bir sözlüğünü hazırlama isteğimi, sözlü ve yazılı olarak hatırlatmışlardır. Her ne kadar Kamusu’l-Alam’a devam olarak, sözü edilen kitabın bitiminden önce Kamus-ı Arabi’ye (Arapça Sözlük) başlamış olsam da, olabildiğince eksiksiz hazırlanmış bir Kamus-ı Türki’ye olan ihtiyacımızın Kamus-ı Arabi’ye olan ihtiyacımızdan daha genel ve önemli bir ihtiyaç olmasından dolayı, Kamus-ı Arabi’ye devam etmeme rağmen geri çevrilmesi mümkün olmayan ısrarlara uymayı milli görev saydım.
Zaten böyle bir “Kamus-ı Türki”nin yazılması eskiden beri benim amacım olduğu halde düzenleme hususunda yaşayacağımı tahmin ettiğim zorluklar, cesaretime engel olmuştu.  Naçizane fikrimce, Türkçe bir sözlüğün eksiksiz olabilmesi için aslen Türkçe olan kelimelerin tümünü kapsaması gerekir. Halbuki, dilimizin kelimelerini toplama ve tespit ederek kayıt altına alma hususunda, şimdiye kadar çok az çalışma yapılmıştır ve her kavim ve toplumda sözlükçülerin isimleri ve tercümeleri, ciltli kitaplar halinde olduğu halde, bizde, bu ilimle meşgul olmayı kimse düşünmeyip dilimizin kelimeleri koruma altına alınmadığından, böyle bir eserin mükemmel olabilmesi için Türkçede yazılmış bütün eserlerin etraflıca araştırılıp örnek alınmasıyla yetinilmeyerek bu lisanın konuşulduğu memleketlerin hepsine uzun süren seyahatler yapılması, dillerini iyi bilen çeşitli halk sınıfları ile konuşularak en nadir kullanılanlarına varıncaya kadar tüm kelimelerin tespit edilmesi ve kayıt altına alınması gerekir. Bu ise bir insanın tüm ömrünü buna sarf etmesine bağlı olup ilk anda o kadar kusursuz olmasa da birbirini takip edecek sözlükçülerin gayretleri ve çalışmaları ile zaman içinde olgunlaşıp mükemmel hale gelebilir. 
Bu düşünce, Türkçe bir sözlük düzenlemeye teşebbüs etmeme önceden beri engel olmakta iken bu kez, ortaya çıkan ısrarlara karşı duramayarak “hepsi anlaşılmıyor diye bütünü terk edilmez” kutsal sözüne uygun olarak “öncekiler sonrakilere ne bıraktı ki” sözü gereğince bundan sonra sözlük bilimi ile meşgul olacak geleceğin edebiyatçıları tarafından eksik ve kusurlarının tamamlanması ümidiyle, elden geldiğince mükemmel olacak şekilde, Allah'ın izniyle ve yardımıyla  Kamus-ı Türki’yi düzenlemeye başladım.
Bizde, ihmal edilip unutulan ve Şark Türkçesinde kullanılmakta olan saf Türkçe kelimelerin, özellikle; bunlardan gerekli ve değerli olanların bir araya getirilmesine, bu vesile ile bizim Türkçeye dahil edilerek yeniden canlandırılmasına ve genelin kullanımına sunulmasına hizmet etmek  başlıca emelim iken soyut bir düşünce olan aynı kavme ve cinse ait olma fikrini takdir edip gerekli gören ve bunları, gösterişli Arapça ve Farsça söyleyişlere tercih edecek kişilerin, henüz az sayıda olması ve çoğunluğun bu fikre muhalif olması, bu hizmetten kendimi kısmen mahrum bırakmama neden olmuştur.
Bununla birlikte, bu sözlüğün, aslen Türkçe olan kelimelerin alışılmış olanları, önceki ve şimdiki edebiyatçılar tarafından kullanılanları, kendileri kullanılmayan ancak türevleri kullanılan esas Türkçe kelimeler ile terk edildiği için kullanılmayan ancak yeniden canlandırılması gerekli olan kelimeler ile dilimizde kullanılan Arapça, Farsça ve diğer yabancı dillere ait kelime ve terimlerin tümünü kapsamasına elden geldiğince gayret edilmiş ve bunun için çalışılmıştır. Sözlükte yer alan kelimelerin çoğunun, ne gibi söz öbeklerinde kullanıldığı, kullanımlarının gerekli ve gereksiz olduğu yerler ile her kelimenin sahip olduğu çeşitli anlamlar özel işaretlerle ayrılarak lüzum görüldüğünde örneklerle açıklanmıştır.
Dilimizin zor meselelerinden birisi de Arapçadan alınmış kelimelerin, her zaman Arapça sözlükteki anlamını korumayıp çoğu zaman farklı anlamda kullanılmasıdır. Arapçada “deve”ye, çöl ve çadıra ait çeşitli anlamlarından vazgeçerek Arapçaya ait orijinal anlamlarından, yalnız bize gerekli olan bir ya da ikisini koruyanlara söyleyecek bir şey yoksa da dilimizde kullanılan Arapça kelimelerin bir kısmı, Arapçada hiç sahip olmadıkları anlam ile kullanılıyor ya da Arapçada hiç duyulmamış şekilde çekimleniyor. Örneğin; “ihsas, ihtisas, istimzac, müderrir” gibi kelimeler bu türdendir. Şimdi kelime ve anlam olarak Arapça olmayan ve hiçbir Arapça sözlükte bulunmayan bu kelimelere “Arapçaya ait kelimeler” ismini verebilecek miyiz? Bazı kişiler böyle kelimelere “uydurulmuş kelimeler” ismini vermek istiyorlar; ama bilindiği gibi uydurulmuş kelime, o kelimenin ait olduğu dille konuşan halk arasında doğan ve meydana gelen kelimeye denir.  Yoksa o lisanın yabancısı olanlar tarafından icat edilenlerine “yanlış” demekten başka bir sıfat yakışmaz. Biz, uydurulmuş Türkçe sözcükler oluşturabiliriz; ama Arapça kelime oluşturmaya hiç bir hakkımız ve yetkimiz yoktur. Bundan dolayı; naçizane fikrime göre, bu tür kelimelerin halk arasında kullanılanlarına, Arapçadan kusurlu bir şekilde alınmış Türkçe sözcük gözüyle bakmalıyız, edebiyata ve soyut fen bilimlerine ait olanlarını ise düzeltmeli ya da asılları ile değiştirmeli, yanlış kullanmamalıyız. Bu sözlükte, bu tarz kelimeler geçtiğinde ve yorumlandığında bu şekilde gerekli açıklamalar yapılmış, yanlış olanlar düzeltilmiş ve değişim şekilleri de hatırlatılmıştır.
Sözlükçülükte mahir olanların bildiği gibi bu tarz kitaplarda, içeriklerinin genişliği ve bolluğu yeterli olmayıp düzenin güzelliği ve  kullanılan usul ve yöntemlerin önemi de çok fazladır. Örneğin; Arapçada Firuzabadi’nin sözlüğü ve bunun açıklaması olan “Tacü’l-Arus” ile “Lisanü’l-Arab” ve sadece Türkçe kelimeler için merhum Vefik Paşa’nın “Lehçe-i Osmani”si sözlük ilminde önemli yere sahip olan kitaplardır. Ancak, bu kitaplar, kendisine müracaat sahiplerinin hepsinin değil, belki de yalnız sözlük hazırlamak isteyen sözlükçülerin işine yarayabilecek bir usul ve düzene sahiptirler. Kelimeler kolay bulanabilecek şekilde sıralanmadıkları gibi, manaları birbirinden ayrılmamış, uygun şekilde yorumlanıp örneklerle açıklanmamış,  hepsi birden ve karmakarışık şekilde yer almıştır. Bu kitaplardan ancak yüksek bilgi ve uzmanlık sahibi olanlar, birbir zorluk ve zahmetle faydalanabilirler. Bundan başka, dilimizin aslen Türkçe olan kelimelerini toplayan, Arapça ve Farsçadan alınmış kelimeler ile alışılmış ve kullanılmakta olan terimleri içine almayan bir sözlük, örnek olarak İngilizcenin Fransızcadan geçici olarak aldığı kelimeleri, yani bu dilin kelimelerinin yarısını içine almayan bir sözlüğe benzer ki böyle bir kitap düzenlemeyi hiçbir İngiliz düşünmemiştir. “Kamus-ı Türki” ne dilimizin tamamlayıcı unsurları olan bu gibi kelimelerden ve terimlerden mahrum olmalı ne de “Lugat-ı Osmaniyye” ismiyle yayımlanan, nice büyük kitaplarımız gibi Türkçede değil Arapça ve Farsçada dahi ender kullanılan, işitilmemiş Farsça ve Arapça kelimeler ile dolu olmalıdır.
Bizce bu kitabın, “Kamus-ı Türki” ismiyle adlandırılmasına, dilimizde kullanılmakta olan Arapçaya ve Farsçaya ait kelimeleri içerdiği halde, belki itiraz edenler olabilir, fakat bizim dilimiz Türkçedir. Bu lisana başka bir isim düşünmek anlamsızdır. Dilimizde kullanılan kelimelerin hepsi, hangi dilden alınmış olursa olsun, gerçekten kullanılıyor olması ve herkes tarafından biliniyor olması şartı ile Türkçeye aittir.
Dilimize ait olan, farklı dillere çevrilmiş ne kadar sözlük varsa, hepsine başvurulduğu halde, içlerinde dilimizin şimdiki durumuna ve gerçek ihtiyacına cevap veren ve Türkçenin sözlüğü diye anılmaya hakkıyla layık olan, bundan on iki sene önce, acizane Türkçeden Fransızcaya olmak üzere düzenlemiş olduğum sözlüğü uygun bulduğumu da övünme amacı gütmeden itiraf etmek zorundayım.
Yine tekrar ederim ki, dilimizin, gerçek Türkçe kelimeleri tam anlamıyla tespit edilip kayıt altına alınmadığı gibi bizce  kullanılmakta olan Arapça ve Farsça kelimeler de uygun şekilde meydana çıkarılmadığından ve benzeri zorluklardan dolayı, şimdilik her açıdan mükemmel bir Türkçe sözlüğün düzenlenmesi çok zor olduğu için ortaya çıkardığım bu eserin de o derece kusursuz olduğunu iddia edemem. Lakin dilimizin, başka bir sözlüğe ihtiyaç duymasına engel olacak şekilde hazırlanması için olağanüstü gayret gösterildiği için bir temel yerini alacağı ve eksik yönlerinin gelecek nesiller tarafından tamamlanabileceği, lisanımızın hudutlarının belirlenmesine ve yanlışlarının düzeltilmesine hizmet edeceği kuvvetli beklentidir. Bu tür başvuru kitaplarında, aranan kelimelerin kolay bulunması ve anlamının kolaylıkla anlaşılması için gerekli kural ve kaideye riayet hususunda, yirmi seneden beri sözlük hazırlamam ve sözlük ilmi ile ilgili bilgi ve tecrübeye sahip olmam nedeniyle, bu kitabın kusursuz olduğunu söyleyebilirim. Bizde kullanılmakta olan sözlüklerin çoğunda alfabe sırasına gerektiği gibi ve tam olarak uyulmadığından, kelimeler çoğunlukla ilk harflerinin harekesine (işaretine) göre sıralanmıştır. Örneğin; üstünlü harf ile başlayanlar ayrı, kesreli harf ile başlayanlar ayrı dizilmiş ve böylece Farsça kef (k) Arapça kaf (ú)’dan ayrılmıştır. Oysa bu işaretler (harekeler), yazıda gösterilmediği gibi kaf’ın farklı okunuş biçimleri de her zaman işaretle ayrılmadığından, insan elbette anlamını bilmediği bir kelimenin işaretlerini de bilemeyeceğinden, bu kelimeleri nerede arayacağını şaşırması ve sözlükten faydalanamaması doğaldır. Yine anlamları da birbirinden hiçbir işaretle ayrılmaksızın karmakarışık konulduğundan, hangilerinin eşanlamlı ve hangilerinin farklı anlamlı olduğu da anlaşılamaz.
Bu “Kamus-ı Türki”de kelimelerin ilk harflerinden son harflerine kadar alfabe sırasına uyulduğu halde harekelere ve işaretlere uyulmamıştır. Bununla birlikte kelimelerin gerekli harekeler ve işaretlerle telaffuzları ayrılmış, okunuşlarında şüphe ve tereddüde yer bırakılmamıştır. Arapça ve Farsçadan alınmış olan kelimeler farklı tutulduğu gibi her kelimenin hangi sözcük türünden olduğu da özel kısaltmalarla gösterilmiş, gerek aslen Türkçe olan gerekse Arapça ve Farsça kelimelerin türetilme şekli ve terkibi açıklanmıştır. Farklı anlamları, kullanımlarına göre rakamlarla sıralanıp aynı anlama gelen kelimeler virgül (,) ile benzerleri de iki nokta (:) ile ayrılmıştır. İlmi ve fenni terimler ile kelimenin manasını değiştiren özel ifadeler || işareti ile ayrıldığı gibi kelimenin türü değiştiğinde yani kelimenin bir türden diğerine geçmesi halinde; örneğin isim iken sıfat olması durumunda  = işareti,  kelime veya tabirle anlamı arasına da  “ işareti konulmuştur.
Arapçaya ait olan isimler ve mastarlardan uzun elif (À) ile bitenlerin sonlarında bulunan hemze (ء) dilimizde düşürülüp örneğin; şuèarÀé yerine şuèarÀ kullanılmaktadır. Esas olarak hemzenin mevcut olduğunun bilinmesi ve tamlamalarda “şuèarÀ-yı Arab” demek yerine hemzenin ortaya çıkmasıyla “şuèarÀ-i Arab” demek daha güzel olduğundan buna uygun şekilde kullanılması için bu hemzeler yazılmıştır.
Dişilik te’si ile son bulan Arapçaya ait isimler, Arapçada daima yuvarlak t (ة) ile yazılsa da Türkçede bazıları güzel h () ile bazıları uzun t ile () yazıldığından, bu sözlükte bu alışkanlığa uyulmuştur. Çatıları geçişli yapmak için kullanılan Arapça mastarlar “olmak, olunmak, edilmek” gibi Türkçe yardımcı fiillerle birleşimlerinde gereklilik ve dönüşlülük çatısına geçtiklerinden, bazı yeni sözlükçüler bunları: “ifham: anlatmak, anlatılmak” şeklinde her iki anlam ile çevirmeyi adet etmişlerse de bu fark sırf Türkçe yardımcı fiilden kaynaklı olup Arapça mastarın kendi anlamı değişmediği için yani; “keser: kırma” ve “inkisar: kırılma” olduğundan, biz bu esas kurallara uyarak boş yere sözü uzatmak ve zihinleri karıştırmaktan uzak durduk.
Türkçede kullanılmakta olan Arapça isimlerin düzensiz çoğullarına kendi sıralarında yer versek de manalarını ve açıklamalarını tekilleri maddelerine bağlayarak özel anlama gelenleri ve tekili kullanılmayanları kendi sıralarında ayrıca açıkladık. Dilimizde kullanılmakta olan Farsça ve Arapça ikil kelimeler ile sıfatların çoğullarını da eril ve dişilleri sırasında ele aldık.
Bilimsel terimlere gelince: Şüphesiz ki, her fennin terimlerini bir araya toplayan, geniş ve büyük, ciltler halinde birleştirilmiş özel bir sözlüğü vardır. Bu durumda bilim terimlerinin tümünü bu kitapta toplamak imkansızdır. Bilimsel terimlerin bazıları herkesçe bilinir ve kullanılır, bazıları ise sadece o bilim dalını meslek edinmiş olanlara ve o bilim dalında uzmanlaşmış olanlara  mahsus ve özeldir. Birinci şıkta belirtilen terimler bu kitaba alınmış, ikinci kısma ait terimlerden doğal olarak vazgeçilmiştir.
Sözün kısası, dilimizin şimdiki haline göre ve mümkün olduğu kadar mükemmel bir sözlük olmasına gayret gösterilmiş ve çalışılmıştır.
Yayımlanması konusuna gelince: Bunu da “Kamus-ı Arabi” gibi kendim yapmaya karar vererek o şekilde ilan ettikten ve bir iki parçasını bastırdıktan sonra, günümüzde, faydalı eserleri ile eğitimin genele yayılmasına ve ilerlemesine katkı sağlayan, sunmuş olduğu hizmetlerin başarısı herkesçe bilinen “İkdam” gazetesi sahibi Cevdet Beyefendi, bu kitabın yayımını da üzerine almaya talip oldu. Zaten yazarlıkla yayımcılığı bir arada yapmak biri manevi diğeri maddi iki ağır yükün altına girmek demek olduğunu bildiğim halde bu zahmete çaresiz katlanmak zorunda olduğumdan, sözü edilen kişinin, bunu da hızlı, düzenli ve isteyerek yayımlamayı başaracağını, geçmişte yapmış olduğu hizmetler aracılığı ile bildiğimden, memleketimizde zor olması nedeniyle insanda kuvvet bırakmayan yayım sıkıntısından kurtulmak, hem de yayımın devamını sağlamak, eksikliklerin tamamlanmasını garanti altında bulundurmak düşüncesiyle yapmış olduğu teklifi hemen kabul ederek yayımı vazifesini kendilerine bıraktım.
Erenköy, 20 Ramazan 1317
Ş.Sami

Türkçeye aktaran: Nermin Güngör 




1 yorum:

yorum bırakırsanız mutlu olurum